Emeki Tümgeneral Ahmet Yavuz yazdı…
Bunlar onun sanki gelecek tasarımının ön sözü gibiydi. Önüne iki büyük hedef koymuş ve hayatını buna adamıştı. Artık bir davası vardı ve hayatını bu davaya adadı. Adanmışlık büyük adamların en ayırt edici özelliklerinden biridir.
Doğup büyüdüğü coğrafyayı milliyetçilik ateşi sarmıştı ve imparatorluğun geleceğini doğrudan etkilemekteydi. Referanslarından biri de bu olguydu.
Önce Balkan Harbi, sonra Birinci Dünya Savaşı zaten çağının gerisinde kalmış ülkeyi perişan etmişti. Ülke işgal altındaydı. Üstelik bu işgal, fiili bir işgaldi. Büyük bir çaresizlik ile toplum ve devlet karşı karşıyaydı. Tabii arayış da vardı. Ancak arayışlar bağımsızlık temelli değildi. Teslimiyet hakimdi ve manda temelliydi. Çok dar bir kesimde ise farklı bir arayış vardı ama nasılı muammaydı bu arayışın. Oysa Mustafa Kemal işe girişmek için fırsat kolluyordu. 9. Ordu Müfettişliği bu fırsatı ona sundu.
BÜYÜK STRATEJİNİN BİLEŞENLERİ
Mustafa Kemal’in özgürlük ve bağımsızlık temalı tasarımına dayanan büyük stratejisinin iki esas bacağı vardı: İlki ülkeyi işgalden kurtarmak; ikincisi halk egemenliğine dayalı bir rejim inşa etmekti.
Bu tasarım felsefi bağlamda ‘özgür ve eşit birey’, ‘egemen halk’, ‘bağımsız ülke’ üçlemesine dayalı yeni bir ülke kurmaya dayalıydı.
Yöntem ikna, yol haritası ise açıktı: Nutuk’ta belirttiği üzere ileri gelenlerle temas edilmeli; milleti tehlikeye karşı uyarmalı yani teyakkuz sağlanmalı; gerekli mücadele teşkilatı yaratılmalıydı. Dayanılacak esas güç halktı. Organları kongreler, meclis ve önce kuvayı-milliye sonra düzenli orduydu…
Zorluklar dağ gibiydi ama yılgınlık yoktu.
MİLLİ MÜCADELE ENGELLERİ TEK TEK AŞIYOR
Amasya Bildirgesi bu iradenin ilk yazılı beyanıydı: Millet kaderini kendi eline alacak, kendi istiklalini sağlayacaktı.
Mustafa Kemal’in 8 Temmuz 1919’da asi bir paşa durumuna düştüğü Erzurum’da, bölgesel düzlemde kurtuluş iradesi ortaya çıktı. Sivas’ta bu irade genel iradeye dönüştürüldü. Parola ‘ya bağımsızlık ya ölüm’ idi. 1919’un sonunda Milli Mücadele’nin yeni merkezi artık Ankara’ydı. Misak-ı Milli burada şekillendi ve son Osmanlı Meclisi’nde deklare edildi. Ancak bu yıl çok çok zor bir yıldı ve iç savaş bütün şiddetiyle Ankara’daki Meclis Hükümetini sarstı.
1920 yılı yazında Halife ordusu Mudurnu’da durdurulabilmiş; Yunan ordusu Bursa’ya kadar ilerlemişti. Bütün bu olumsuzluklara rağmen iderin aklı ve güçlü iradesi duruma hakim olmuştu.
Yılın sonunda Meclisten sonra askeri alanda da teşkilat kuruldu . Artık Ankara’nın ordusu vardı. Doğu Cephesi Komutanlığınca Eylül-Ekim 1920’de Ermenilere karşı yürütülen askeri harekât başarıya ulaştı. İngilizler’in Kafkasya’da Ankara ile Moskova arasında kurmaya çalıştığı Kafkas Seddi böylece yıkıldı.
YUNAN SALDIRISI
Çerkez Ethem’in hıyanetine paralel olarak Bursa-Eskişehir istikametinde ilerleyen Yunan ordusu 11 Ocak 1921’de İnönü’de durduruldu. Bu, aynı zamanda stratejik savunma aşamasının başlangıcıydı. İkinci Yunan taarruz denemesi hem Bursa-Eskişehir hem de Uşak-Afyonkarahisar istikametlerini içeriyordu, yine İnönü’de durduruldu. Üçüncü denemesinde Kütahya-Eskişehir muharebeleri kaybedilmiş; Mustafa Kemal Türk ordusunun Sakarya Nehri doğusuna çekilmesine karar vermiş ama Meclis’te de kıyamet kopmuştu. Yerinde açıklamalarla durulan Meclis, Mustafa Kemal’i başkomutanlığa getirmişti. O, artık Meclis’in savaşa ilişkin bütün yetkilerini tek başına kullanabilecekti.
Kendisi gecikmeden Tekalifi Milliye emirlerini yayımladı. Halk, ordusunu donatacaktı. Ayrıca firarlara karşı İstiklal Mahkemeleri kuruldu ve görevlendirildi.
Geri çekilmek suretiyle yeni muharebe sahasını belirleme avantajı elde edilmiş oldu.
22 Ağustos-13 Eylül 1921 tarihleri arasında büyük kanlı çatışmalar yaşandı; Yunan ordusu Sakarya batısına atıldı ve Eskişehir-Afyonkarahisar hattına çekildi. Ancak Türk ordusunun etkili takip yapma imkânı olmadığı için anılan hatta savunmaya geçti.
Sakarya Muharebeleri büyük bir moral güç sağladı. Fransa ile Ankara Antlaşması imzalandı. Çukurova bölgesi işgalden kurtarıldı. Mersin’de deniz kapısı ve Toroslarda demiryolu özel öneme sahipti. Bu sayede Sakarya’daki yüz bin kişilik ordunun iki yüz bin mevcuda çıkarılmasına ve beslenmesine emsalsiz bir katkı demekti. Ancak İskenderun Sancağı özerk kılınmakla birlikte vatan toprağına katılamadı. Bu yüzden Atatürk “
Hatay benim şahsi meselem” diyecektir.
Sovyetler ile Kars Antlaşması imzalandı.
BÜYÜK HESAPLAŞMA
Böylece stratejik taarruz safhasına geçilmiş oldu.
Sıra Yunan ordusunun Anadolu’dan atılmasına gelmişti. Bunun tek bir darbede yapılması elzemdi. Zira Türk milleti ordusuna verebileceği ne varsa vermişti. Şimdi onu iyi kullanma zamanıydı zira 228 bin mevcutlu Yunan ordusuna karşı 208 bin mevcutlu Türk ordusu taarruz etmek durumundaydı. Başarı iki şeye bağlıydı: Hazırlıkları gizleyerek baskın etkisi elde etmek ve kuvvetleri bir bölgeye yığarak ağırlık merkezi oluşturmak, süratle cepheyi yarmaktı. Bu iki husus tam olarak sağlandı.
Afyonkarahisar güneyinde Yunan ordusunun en kuvvetli olduğu mevzilere beklemediği yer ve zamanda taarruza başlandı. 26 Ağustos 1922 günü başlayan taarruz 30 Ağustos günü yapılan imha muharebesiyle tamamlandı. İzmir Bursa kurtarıldı. Büyük Taarruz Kurtuluş’un mührü, Kuruluş’un anahtarı özelliğine sahiptir.
KURULUŞ ADIMLARI
Sırada diplomasi adımları vardı. Mudanya Mütarekesi ile Trakya tek kurşun atılmadan boşaltıldı. Bu, İngilizleri çatışmadan yenmek demekti. Sun Tzu’nun dediği zaferlerin en değerlisiydi. Lozan görüşmeleri öncesinde saltanatın kaldırılması kaçınılmaz olmuştu, nitekim 1 Kasım 1922’de kaldırıldı. Cumhuriyet’e giden en önemli adım atılmış oldu.
Lozan’da Misakı Milli, Musul hariç sağlandı… Bu, tam bağımsızlık demekti. Boğazlar’da tam egemenlik 1936’da Montrö ile çözüldü.
Mustafa Kemal, başlangıçtaki tasarımına uygun adımlar atmaktaydı. Sıradaki etkinliğin ne olduğunu 1919 yılında Mazhar Müfit’e yazdırdığı nottan anlıyoruz: “Zaferden sonra şekli hükümet cumhuriyet olacaktır.”
Yönetsel bir krizden yararlanılarak 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi. 1924 yılında yeni anayasa yapıldı. Aynı yıl Hilafet kaldırıldı, eğitim-öğretim birliği sağlandı, asker günlük siyasetin dışında kurumsallaştırıldı. Bunlar toplumu ileri götürecek ve cumhuriyeti demokratikleşme yolunda geliştirici adımlardı.
Yeni devlet aynı zamanda ulus inşasına girişti. Türk kimliği temel yapı taşıydı. “Ahali ırk ve din ayrımı gözetilmeksizin Türk kabul edildi.” İnşasına girişilen milletin adı Türk milletiydi. Atatürk, Medeni Bilgiler kitabına kendi el yazısıyla, “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diye yazdı.
Sırada özgür ve eşit bireyi ve egemen halkı yaratmak vardı zira cumhuriyet aynı zamanda bir “ilerleme” ve “modernite”yi yakalama aracıydı. “Devletin dini İslam’dır” ifadesi anayasadan çıkarıldı.
Devrimler ve kalkınma çabaları bu maksadı sağlamaya yönelik oldu. Bu adımların gereği olarak kadınlarımız seçme ve seçilme hakkını dönemin en ileri ülkelerinin birçoğunun kadınlarından önce elde etti.
Türkiye Cumhuriyeti yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden doğan Anka kuşuydu. Ülkenin bekasının güvenlik, refah ve özgürlükler üçgeninde; bağımsızlık, egemenlik ve özgür bireyi yaratma ve yaşatma arayışının kurumsallaşarak sürdürülmesi arayışının adı… Özgürlüğün yanına eşitlik de vazgeçilmez bir değer olarak eklendi.
Okuma yazma oranının çok düşük olduğu bir köylü toplumunda Cumhuriyet, aklı ve bilimi merkeze koyan aydınlanmacı felsefesiyle bağımsızlığı sağlamanın üretimden geçtiğinin bilinciyle kadınları erkeklere her alanda eşit kılmayı amaçladı. Çünkü göğün yarısı gibi ülkenin hatta hayatın yarısının da onlara ait olmasını istedi. Karşı devrimin adımları buna engel olmaya çalışsa da tarihin tekerleği ileriyle doğru dönmeye devam edecektir.
Yaşatılması ve yüceltilmesi sorumluluğu omuzlarımızdadır. Mustafa Kemal’in başlangıç tasarımında yer alan “halkın taassuptan ve fikri esaretten” tamamen arındırılması görevi ise güncelliğini korumaktadır. Bunun için daha çok, daha etkin ve daha bilinçli çalışmak zorunluluktur. Zira cehalet örgütlü hale getirilmiştir.
Zor görev için önce içine girilen karamsarlık sarmalından çıkılması şarttır. Bu güveni duyacak her şey genetik kodlarımızda yazılıdır. Yüz yıl önce Mustafa Kemal’in çevresinde ender bulunan ancak Cumhuriyeti kurmay başaran sınırlı insan gücü günümüzde Cumhuriyeti asli rotasına sokacak ve demokrasiyle taçlandırdıracak nicelik ve niteliğe sahiptir. Yolumuz karşı devrime rağmen çağdaş uygarlık yoludur. Yeter ki “ben”i aşıp “ biz”e yönelelim…
patronlardunyasi.com