Ruteba Doğan
“…zihinde gerçeğin hangi kayıtları var, hangileri siliniyor? …hatıralarımız yavaş yavaş siliniyorsa eğer, geçmişteki kendimiz de silinmiyor mu benliğimizden? Kendimize dair gerçek bildiklerimiz de zamanın ruhu tarafından kemirilmiyor mu? Kertenkelenin kuyruğu gibi, kopan zamanın kopardığı parçalarımızın yerine yenileri geliyor ama o yenileri, eski parçalarımızın aynısı olmuyor hiç.”
Makbule Aras Eyvazi, ‘Başa Dönemeyiz’, s.16
Furuğ Ferruhzad ve Makbule Aras Eyvazi. Karlı bir günde tanıştığım iki kadın… Soğuk mevsimin başlangıcına inandıran, sözün sahibi ve çevirmeni. Birbirinden ayıramadığım iki ses, Ferruhzad ve Eyvazi ‘Başa Dönemeyiz’ romanıyla iyice birleşiyor.
Makbule Aras Eyvazi’nin modern İran şiiri’nin öncülerinden şair Füruğ Ferruhzad’ı, hayatındaki dört erkeğin gözünden anlatmayı deneyen romanı ‘Başa Dönemeyiz’, Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı. Eyvazi, okuru karlı bir günde Tahran sokaklarına götüren kitapta Ferruhzad’ın dünyasına yaşam-ölüm çizgisinde ilerleyerek giriyor, bu sefer çevirmen değil yazar kimliğiyle…
Makbule Aras Eyvazi ile ‘Başa Dönemeyiz’ romanını konuştuk.
‘Başa Dönemeyiz’de, ölümün gerçekleştiği anda öleni hatırlayanların, anımsayanların belleğinde, zihninde dolaşarak Füruğ Ferruhzad’ın varlığını/varoluşunu anlatıyorsunuz. Romanınızın hatırlamak ve anımsamak ile ilişkisi nasıl başladı?
Herkesin hayatında bazı insanlar diğerlerinden daha önemli bir etki bırakırlar, bazen yolculuğun yönünü değiştirecek kadar büyük bir etkidir bu. Furuğ Ferruhzad benim için öyle bir insan. İlk çeviri kitabım ‘Yeryüzü Ayetleri’, bir Furuğ seçkisiydi ve bundan yaklaşık on beş yıl sonra da (2019) beş şiir kitabını içeren toplu şiirlerini ‘Rüzgâr Bizi Götürecek’ adıyla çevirdim. Bu süreçte mektuplarını, onun için yazılanları, gezi notlarını okudum ve okudukça, onu daha farklı cepheleriyle gördükçe kendimle de sanki Furuğ’un aynasında yüzleşmeye başladım. Bir insanı tabulaştırmaktan söz etmiyorum, tam tersine bütün güçlü yanları ve zayıflıklarıyla Furuğ’u tanımaktan, anlamaya çalışmaktan söz ediyorum.
Üç yıldır içeriğine dair notlar aldığım ama dilini bir türlü bulamadığım bir romandı ‘Başa Dönemeyiz’. Bu romandan önce, çok uzun süredir üzerinde çalıştığım öykü dosyam ‘Sonun Bacakları’nı tamamladım. Tamamlanan bu dosyanın yayınlanması bir ferahlama yarattı bende ve elbette yazma iştahımı kamçıladı. Covid-19 pandemisiyle gelen dış dünyaya kapanma döneminde Furuğ üzerine yazacağım romanı daha kesintisiz düşünme fırsatı buldum. Hem kendi geçmişimi hem Furuğ’un hayatını… Ona dair yeni bilgilere, anlatılara ulaştıkça sanki Furuğ daha da ele geçmez hale geliyordu, çok çarpıcı bir süreçti benim için. Ölüm ve bellek üzerine belki de en derin düşünme ve okuma dönemim oldu pandemi dönemi. Ben öldükten sonra herkesin benim için söyleyeceklerini hayal etmeye çalıştım; sesleri, yüzleri mümkün olduğunca somutlamak için çabaladım durdum ve fark ettim ki kimse beni gerçeğime yakın biçimde anlatamayacak, herkes kendindeki ben’den söz edecek ama o, asla ben olmayacak.
Belleğimiz, zamanla el ele vererek, gerçeği daha da sise boğuyor, illüzyonlar yaratıyor. Bu ele geçmez gerçeklik, oldukça umutsuzluk verici, kimse kimseyi bütünüyle anlayamıyor ve tanıyamıyor demek ki ama öte taraftan bu, insanın kendi gerçeğini bir tek kendisinin bilebileceği, son derece mahrem bir alanın da varlığını gösteriyor bize ki bence bu, insanın yeryüzündeki serüvenin ne kadar tekil olduğunun da bir kanıtı. Tanınamıyoruz bütünüyle. Düşünsenize ne büyüleyici! Bir yandan tanınma, bilinme, anlaşılma ihtiyacı içindeyken bir yandan da kimsenin keşfedemeyeceği derinlikte bir ben’i içimizde barındırıyor olmanın getirdiği o muazzam çelişkiyle dopdoluyuz, daha kestirmeden söylersek hem acınası hem görkemliyiz. Özellikle Furuğ’un hayatına dair yayınlanmış kayıtları okurken sözünü ettiğim şu gerçeğin ele geçmezliği durumuyla karşı karşıya kaldım; annesi, kardeşleri, arkadaşları, oğlu Furuğ hakkında konuşuyordu ama anlatılanların büyük bölümü birbiriyle paralellik içinde değildi hatta taban tabana zıt şeyler vardı anlatılanlar arasında. Mesela, 23 Ağustos 2023’te 101 yaşına basmasına bir gün kala kaybettiğimiz İbrahim Gülistan, Furuğ’un kendisiyle barışık, mutlu bir kadın olduğunu söylerken; Furuğ’u çok yakından tanıdığı iddiasındaki ablası Puran, onun anlaşılmaz, sık sık dış dünyadan kendini soyutlayan biri olduğunu söylüyordu. Bütün bu çelişkiler beni, anlatma tekniğine dair bir sonuca götürdü: Furuğ’u, onun hayatında çok belirleyici olmuş, çok yakınındaki dört erkeğin gözünden onların hafızalarındaki kayıtlardan anlatmaya böyle karar verdim.
Romanla ilişkisi olan ama romandan bağımsız bir soru sormak istiyorum. Furuğ’un ‘Kuş Ölümlüdür’ şiirinin size ait olan çevirisinde ‘anımsama’ kelimesini seçmenizin bir nedeni var mı? (Uçmayı anımsa. Uçmayı hatırla) Farsçada bu iki kelime arasında dilbilimsel ya da anlamsal bir fark var mı? Sizce; hatırlamak ve anımsamak arasındaki fark ne?
Kelimelerin zaman içindeki macerası oldukça kışkırtıcı benim için. Tesadüf eseri kuyusuna indiğimiz kelimeler vardır, bizi bir zaman esir alırlar, sarhoş ederler. Bazı kelimelerin derinliği bu alemin gizemlerini derinleştirirken bazılarınınki zihnimizde yeni kilitli kapılar peyda eder. Sorunuza cevap vermeden önce hatırlamak ve anımsamak üzerine daha derinlemesine düşünmek ve kaynaklara bakmak gereğini duydum. Doğrusu sonuç belirsizliği berraklaştırmaya değil sanki tatlı bir bulanıklığa sürüklemeye yaradı. Kamus-ı Türki, anımsamak kelimesinin kökü olan an için şöyle bir açıklama yapmış: 1. Beyin, dimağ 2. Fikir, zihin 3. Zeka, fıtnat 4. Hatır, hafıza. Nişanyan anı için hatıra karşılığını verirken anımsamak için müphem olarak hatırlamak, hatırlar gibi olmak demiş. Anmak için de hatırlamak, aklına getirmek karşılıklarını verdikten sonra 13. yy eseri ‘Atabetü’l Hakayık’tan bir örnek aktarmış
(munı keḏ aŋa [bunu iyi hatırla])ve Meninski’nin, Thesaurus sözlüğünde ise yad etmek, zikretmek, hatırına getirmek karşılıklarının olduğunu belirtmiş. Kubbealtı Akademi’nin Türkçe sözlüğünde anmak kelimesi için hatırlamak, akla getirmek, yâd etmek, tahattur etmek karşılıklarıyla beraber adını söylemek, zikretmek anlamına da yer verilmiş. Anımsamak içinse aynı sözlük, hatırlamak, anmak, yad etmek karşılıklarını vermiş.
Bu anlamlandırmalara bakıldığında iki kelime için belirgin sınırlar çizmek pek olası görünmüyor. Bana, sözlüklerdekini destekler nitelikte anımsamak/hatırlamak kelimelerini çoğu kez birbirinin yerine kullanıyormuşuz gibi gelmiştir hep. Türkçeye özgü bir ses olan ancak alfabemizde başka bir harf yerine n harfiyle karşılamayı seçtiğimiz nazal n ya da diğer adıyla geniz n’si (ŋ)barındıran an kelimesi ve ondan türemiş olan anı, anmak, anımsamak, kelimelerinin en eski metinlerdeki anlamı, hatır-hatırlamak kelimelerinin anlamıyla eşleşiyor, bu da gösteriyor ki hatırlamak kelimesi dilimize Arapçadan geçmeden önce bu anlamı ifade etmek üzere Türkçedeki an kelimesi ve ondan türetilmiş fiiler kullanılmış. Hatırlamanın dile girmesinden sonra iki kelimenin seyri, zaman zaman nüanslarla birbirinden ayrılır gibi olsa da, tümden ayrışmamış gibi. O iki dizenin çevirisinde (uçmayı anımsa/kuş ölümlüdür) anımsamayı, hatırlamakla eş anlamda kullanmışım ama dizedeki ve şiirin tamamındaki diğer sözcükler düşünüldüğünde anımsamak daha katmanlı bir yapıya bürünerek aklında tutmak, hiç unutmamak anlamlarını da yüklenmiş ve bence Furuğ’un asıl dikkat çekmek istediği uçma eylemini daha da belirgin hale getirmiş. Dolayısıyla sizin değindiğiniz iki farklı anlamı bu iki kelime arasında bölüştürerek onları birbirinden ayırmak, dile müdahale edici bir yaklaşım doğurabilir; iki kelime de kullanıldıkları bağlamla beraber anlamsal farklılıklar kazanmayı tercih ediyor gibiler ki Türkçe, galiba bu yaklaşıma daha yakın karakterde bir dil.
‘GÖNÜL BORCU HİSSEDİYORUM’
‘Başa Dönemeyiz’de hatırlamak ve anımsamak arasındaki farkı hissettiğim önemli yerlerden biri, Furuğ’nun babası Albay Muhammed Ferruhzad’a ait olan dördüncü bölümdü. Burada çok etkili bir cümleniz var: “İç sesinin hemen böyle kolaylıkla Furuğ’u geçmiş zamana eklemesine şaşırıyor.” Siz Ferruhzad’ı hangi zamana ekliyorsunuz, size neyi hatırlatıyor ya da anımsatıyor?
Furuğ, hakkında bir roman yazdıktan sonra ona dair konuşmakta zorlandığımı fark ediyorum. Onun bende yarattığı anlamı romanla ifade etmeye çalıştım ve sanırım bu “doğum”dan sonra onu anlatma sancım da sona ermiş oldu. Sanki yirmi yıl boyunca onu anlama, hissetme çabasına giren benliğim, bütün zamansal sınırları aşarak Furuğ’la aynı düzlemde buluştu. Her şeyin başlangıcında eylem var, her şey hareket halinde. Devinimin sona ermesi diye bir şey yok. Ölüm bile geçici bir durağanlık, sanki hayat nefesini tutuyor bir anlığına ve sonra ciğerlerine doldurduğu havayı bir anda bırakıyor, her şey yeniden başlıyor. Eylemin olmadığı her alanda çürüme kaçınılmaz. Hareket halinde olduğumuz zaman varlıktayız, durağanlığa düştüğümüzde yoklukta. Var olan devinime eklenmeyi başarmak için onunla senkronize bir eylem de üretmeli. Yaratıcılığını harekete geçiren insanların, bu devinime ulaştıklarını, kendi potansiyellerini ortaya çıkararak evrendeki üretime katıldıklarını düşünüyorum. İşte o insanlar yeryüzündeki yolculuğumuzu onurlu bir yolculuğa dönüştürüyor. Furuğ da onlardan biri, bu yüzden ona gönül borcu hissediyorum.
‘Başa Dönemeyiz’in ikinci bölümde, Perviz Şapur’un Furuğ anımsamaları, hatırlamaları anlatılıyor. “Anıların ölmesini aklı almamıştı Perviz’in” diyorsunuz, Perviz’in zamanla olan ilişkisini tanımladığınız bölüm çok etkili. Furuğ’un ölümünü sanki Perviz başka bir şekilde hissediyor ya da ben öyle hissettim. İbrahim Gülistan acıyı yaşarken bir yandan gündeliğin içinde yapılması gerekenleri yapıyor, Furuğ’un yazılarını toplayıp alıyor, baba Ferruhzad dış dünyanın gerçeği ile uğraşıyor cenaze töreni adına planlar yapıyor, kardeş Feridun kimi zaman Ferruhzad’ın ölümü ile kendi gerçeği ile yüzleşip sonra yeniden ailenin mevcut durumuna istemeyerek de olsa dönmek zorunda kalıyor. Perviz ise sanki sadece Ferruhzad’ın ölümüyle kalıyor. Onun diğerlerinden ayrıldığı bir yer var mı?
Perviz’in elbette diğerlerinden ayrıldığı bir yer var. Perviz için Furuğ geçmiş zamanda değil, şimdide de değil; Perviz için şimdi ile geçmişin bir farkı yok, döngüsel bir zaman algısı oluşturuyor zaman içinde Perviz. Furuğ, onun varlığının bir parçası, onunla bütünleşmiş. Perviz bütün hücreleriyle yaşıyor o bütünleşmeyi hatta belki de kendi varlığının Furuğ ile kaplanması demek daha doğru olacak. Öylesine güçlü bir etkisi var üzerinde. Bunun gerçekte de böyle olduğunu düşünüyorum, Furuğ’dan ayrıldıktan sonra somut varlığı Furuğ’dan boşaldıktan sonra her gün damla damla ruhunun kadehi Furuğ’la dolmaya başlıyor. O kadehi içerek hayatına devam ediyor Perviz. Furuğ’dan sonra bir gönül ilişkisi yok, en azından ben öyle bir kayda rastlamadım araştırmalarımda. Oğulları Kamyar’ı büyütüyor ve bir dervişin hücresine çekilmesi gibi dış dünyayla bağlarını koparıyor. Bu kendi kabuğuna çekilme hali, bir dervişin hakikate erme yolcuğunu çağrıştırdı bana. Kendi varlığını silip yok edecek kadar Furuğ’a bağlanması ve üstelik bunu, onun yokluğunda yapmış olması bir tür Mecnun portresi de çiziyor aslında. Perviz beni en çok aşk duygusunun onda yarattığı benliği silme ve hiç olma/hiç olduğunu kabul etme yolculuğuyla etkiledi.
‘EZBER KALIPLARLA FERRUHZAD’I ANLAMAYA ÇALIŞMAK, ONUN MÜCADELE ETTİĞİ DEĞERLERİ HİÇE SAYMAKTIR’
Furuğ Ferruhzad’ın varlığı, kadın ve sanatçı temsili ile bugünün hafızasında sizce nasıl bir anlama sahip? Ferruhzad anlatılarına baktığınızda sizce unutulan şeyler var mı?
Yaklaşık yirmi yıldır Furuğ’un hayatı ve sanatıyla yakından ilgilenen biri olarak Türkiye’deki Furuğ ilgisinin bunca yoğunlaşarak artmasına hem seviniyorum hem de tanık olduğum bazı durumlar bu ilginin niteliğini sorgulamaya götürüyor beni. Her şeyin parçalandığı, okuma sabrının dahi 140 karaktere indirildiği bu çağda, Furuğ’un toplu şiirleri ‘Rüzgar Bizi Götürecek’ ilk yayınlandığı 2019’dan bugüne yaklaşık dört yıl içinde 11. baskıya ulaştı. Şiirin, diğer edebi türlere göre çok daha az ilgi gördüğünü gösteren verilere bakıldığında Furuğ’un gördüğü bu ilgi gerçekten müthiş! Peki hakkıyla anlaşılabiliyor mu Furuğ? 1960’lar, 70’ler hatta 80’ler Türkiyesi’nin derinlikli bakışla ve sabırla anladığı Furuğ’u, bugün ille bir tanımın içine sıkıştırmadan anlamayı deneyen kaç kişi var? Hüznün şairi, aşkın şairi, acının şairi gibi sığ tanımların içine sıkıştırarak, birkaç dizesini orada burada alıntılayarak ya da İran’a dair hasbelkader öğrenilmiş ezber kalıplarla Furuğ’u anlamaya çalışmak, onun bütün hayatı boyunca mücadele ettiği değerleri hiçe saymak demektir. Bir şair her şeyden önce kurulu düzenle derdi olan kişidir ve Furuğ da her şeyden önce içinde yaşadığı düzenle, toplumla derdi olan, başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanan isyankâr bir sanatçıdır ki romanda onun en çok bu karakter özelliği öne çıksın istedim.
Furuğ, şiiri, hayattan yüce bir yere koymuş, şiiri Tanrı ilan etmiştir. Bir hayatı şiir uğruna “harcayacak” cesareti göstermek çok güçlü bir var oluşu beraberinde getirir. İsyanla başlar Furuğ’un macerası, babasına isyan eder, ataerkil yapıya isyan eder. Bu, kendi varlığını toplumsal tabulara, kurallara, maskelere feda etmemek için son gücüyle çabalayan kadının isyanı büyüdükçe büyür, Tanrı’ya da isyan eder, bu bir var oluş sorgulamasıdır artık. Tanrı’ya isyan daha çok dine, dinin algılanışındaki riyakarlığa, koşulsuz teslimiyete isyandır. Denilebilir ki Furuğ toplumla, Tanrı’yla çatışmalarının kaynağını çözmek için kendi içine doğru bir kazı çalışması yapar. Bu kazı çalışması onun hem kendi benliğinin daha çok tanımasına olanak sunar hem de toplumun törpüleme, biçimlendirme, kendine uydurma refleksleriyle mücadele etmesini sağlar.
‘Hayatı bu kesinlik ve keskinliğine, ağırlığı ve acılığına rağmen hakkınca yaşamak mümkün müdür?’ sorusunu hatırlatabilir belki ‘Başa Dönemeyiz’.
Sizce ‘Başa Dönmeyiz’ bugüne, sonraya neyi hatırlatabilir/anımsatabilir?
Zor bir soru, sanki benim cevaplamam da doğru olmayacak ama yine de çok kısa bir şeyler söyleyeceğim. ‘Başa Dönemeyiz’ adından başlamak üzere bir kesinlik ve keskinlik ifade eder, bu kesinlik ve keskinliğin acısı bütün sayfalar boyu kor kor yanar, kendini duyurur. ‘Hayatı bu kesinlik ve keskinliğine, ağırlığı ve acılığına rağmen hakkınca yaşamak mümkün müdür?’ sorusunu hatırlatabilir belki ‘Başa Dönemeyiz’.